sindiren, ezelde sömüren
apansız
bi'çare
deryaya gebeydi
doğuramadığı.
ve yokluğun varoluşu,
varlıkların yokoluşundan
ağırken kantarda
boğdu öldürdü tüm hassasiyetlerimi.
sanki o bahar havaları
çocukluğumda kaldı.
ve kıtlıklar eskisi kadar samimi değil.
ardındaki bahaneleri
aklayamıyordular.
damarlarımda sirozun sesi
veya yankısı. -pek önemli değil-
tayflar uçuşuyor duvarlarda
keyifsiz bir bardak duruyor masanın üstünde.
bir lokma şarap kurumuş dibinde,
tozlanmış üstü.
kar taneleri,
alaca yapraklar yollarda.
beklediğim gibi,
ne ani düştün asfalta
dona maruz itler bile mutlu
koşmakta.
göz kapaklarım
ne mor ne ağır
kızarık ama utancından değil
filizlendi ama fayda aramaya ne hacet.
işte o arsız..
arsız göz kapaklarım
kapandı her milisaniyesinde
sen karşımdayken.
artık pek bir neşesizim.
hızsız
düz trenlerde seyahat ediyorum.
ve oldum olası o parlement mavi kravatın
ucundaki tiftikleri yakıyorum.
bak kırılmıyor her dem tırnaklar
etlerime geçirsen bile.
"kastî canımı yakar gibi bir halin var"
diyorum hâlâ, bir umut.
bir zamanlar
kırgın ama huzurlu bir genç vardı.
hatırlarsın..
şimdi büyüdü mühendis oldu
eve ekmek getiriyor.
kimse yemiyor ve kuruyunca atıyorlar o ekmekleri
faydasız kazançlar içinde.
tadı mı kaldı nefes almanın.
patolojik diye değil
kırgınım ve huzur mevcut.